UYUŞTURUCU VEYA UYARICI MADDE TİCARETİ SUÇUNDA SOMUT VE KESİN DELİLLER

Ülkemizde uyuşturucu madde kullanımı ile uyuşturucu madde imal ve ticareti fiilleri kamu sağlığı, kamu düzeni ve diğer birçok gerekçeyle suç olarak görülmekte; bu kapsamda ilgili fiilleri gerçekleştiren kişilere cezai yaptırımlar uygulanmaktadır. 2016 yılında adli vaka kaydı girilen 86.222 uyuşturucu olayı gerçekleşmiştir. Yine 2016 yılında uyuşturucu madde bağlantılı suçlardan dolayı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü-tutuklu sayısında bir önceki yıla göre %12,3 oranında bir artış meydana gelmiştir.[1]  İlgili veriler ülkemizdeki uyuşturucu kullanımı ve ticareti gerçeğini de gözler önüne sermektedir.

Literatürde uyuşturucu ve uyarıcı maddeler genel olarak tek bir kavram altında ifade edilse de vücuttaki etkisi nedeniyle uyarıcı maddelerin, uyuşturucu diğer maddelerden farklı olduğu bilinmektedir. Örneğin; amfetamin, nikotin, kokain ve kafein uyarıcı maddelerden; eroin, morfin uyuşturucu maddelerdendir. Yine esrar da güçlü bir halusinojen olup, uyuşturucu madde niteliğindedir.

Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu hukukumuzda 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188. Maddesinde düzenlenmiş; ancak uyuşturucu veya uyarıcı madde tanımına yer verilmemiştir. Madde kapsamında uyuşturucu madde imal, ithal ve ihracı suçları ile uyuşturucu madde sevk veya nakletme, uyuşturucu madde kabul etme, bulundurma, satma, satışa arz etme, satın alma ve temin etme suçları düzenlenmiştir. Bu halde ilgili fiillerin seçimlik hareketli suçlardan olduğu; Kanun’da sayılan her bir fiilin ceza alt ve üst sınırlarının da bu kapsamda belirlendiği açıktır. Bu yazımızda ilgili suçların işlendiğine yönelik tespitte hangi delil ve emarelere ihtiyaç duyulduğuna, eldeki veriler dahilinde yargılamanın seyrine değinilecektir.

Uyuşturucu madde ile bulunan failin uyuşturucu madde kullanmak suçundan mı yargılanacağı; yoksa uyuşturucu madde ticareti suçundan mı hakkında hüküm kurulacağı toplanan deliller, usul ve yasaya uygun yargılama ile açıklığa kavuşturulacaktır.

Yargıtay içtihatlarında da görüleceği üzere; bir şekilde uyuşturucu veya uyarıcı madde ile yakalanan failin ilk olarak suça konu maddeyi bulundurma amacı tespit edilecek ve bundan sonra toplanan delillerin nitelikleri değerlendirilecektir.

İkinci olarak; uyuşturucu maddenin bulunduğu yere ve bulunduruluş biçimine bakılacak, bu yerin faile uzaklığı, failin maddeye erişilebilirlik durumu vb. hususlar nazara alınacaktır.

Bir diğer kriter ise; uyuşturucu maddenin çeşit ve miktarıdır. Genelde, bir ya da iki çeşit uyuşturucu madde bulunduran failin bunları kullanmak amacı taşıdığı yorumuna ağırlık verilirken; üç ve daha fazla çeşitteki uyuşturucu maddenin ise ticaret amacıyla bulundurulduğu kabul edilecektir. Nitekim Adli Tıp Kurumu da verdiği birçok mütalaada bir esrar kullanıcısının her seferinde 1-1,5 gr toz esrar olmak üzere günde üç kez esrar tüketebildiğini bildirmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Esas: 2014/10-7, Karar: 2014/322:

“…Emniyet görevlilerince daha önce hakkında uyuşturucu bulundurmaktan işlem yapıldığı için bilinen ve tanınan sanığın, olay tarihinde uyuşturucu maddeyi kolaylıkla satabileceği köylü garajında yakalanması, yapılan üst aramasında montunun cebinde satışa hazır dokuz ayrı pakete sarılı esrar maddesinin bulunması, sanığın yaklaşık altı ay önce de yakalandığı yerin yakınlarında benzer şekilde satışa hazır beş ayrı pakete sarılı esrar maddesiyle yakalanmış olması göz önüne alındığında, ele geçen net olarak 9,5 gram esrar elde edilebilecek toplam 27 gram uyuşturucu maddeyi uyuşturucu madde ticareti yapma amacıyla bulundurduğu kabul olunmalıdır…”

Uyuşturucu madde imal ve ticareti suçu birden fazla fail tarafından da işlenebilir niteliktedir. Bu halde failler arasındaki telefon görüşmeleri dosya kapsamına girerek delil olarak değerlendirilebilecektir. Şartları oluştuğu takdirde suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan da yargılanacak faillerin arasında gerçekleşen telefon görüşmeleri, birçok yargılamada dosyanın esas delili niteliğini taşımaktadır. Ancak burada da önemli olan kıstas; failler arasında gerçekleşen telefon görüşmelerinden çok, konuşmaların içeriğidir. Kaldı ki; failler arasındaki sayısız telefon görüşmeleri ilgili suçun işlendiğine delil teşkil edebileceği gibi, içerikleri bilinmeyen görüşmelerin de faillerin lehine yorumlanması gerektiği açıktır. Nitekim, Türk Ceza hukukumuza hakim olan “şüpheden sanık yararlanır.” İlkesinin amacı da kesin ve inandırıcı delil olmaksızın hükmolunacak ağır yaptırımların önlenmesidir.

T.C., Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E. 2011/10-159, K. 2011/202, T. 4.10.2011:

“…Amacı, maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden kurmak olan ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden birisi de öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latince,”in dubio pro reo” olarak ifade edilen “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın cezalandırılması bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna dair kuşkunun, sanığın yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda kuşku belirmesi halinde uygulanacağı gibi, dava koşulları bakımından da geçerlidir. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olay ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılıp diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan maddi gerçeğe ulaşmada varsayıma dayalı olarak hüküm kurmak anlamına gelir ki, bu durum da yukarda belirtilen ilkeye açık bir aykırılık oluşturur. O halde ceza yargılamasında mahkûmiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Uygulamada adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır…

Nitekim dosya içeriğine göre M. Ç., sanık H. S. Y. ve ağabeyi Ö. F. Y.’la birlikte inşaatlarda çalışmakta, sanığın açık kimlik bilgilerini ve telefon numarasını da bilmektedir. Tanık Ö. F. Y.; M. Ç.’la sanık H. S. Y. arasındaki içeriği tespit edilemeyen çok sayıdaki telefon görüşmesini doğrulamakta, ancak bu görüşmelerin işlerinin gereği yapılmış görüşmeler olduğunu beyan etmektedir. Sanık M. Ç.’ın, duruşmada döndüğü soruşturma aşamasında alınan beyanları dışında, üzerinde yakalanan uyuşturucunun, sanık H. S. Y.’dan alındığı hususunda görgüye dayalı bilgisi olan başka kimse de yoktur. Sanık H. S. Y.’ın üzerinde herhangi bir uyuşturucu veya uyarıcı madde bulunmadığı, üzerine atılı suçu işlediği hususu her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanamamıştır…”

Belirtilen nedenlerle; bir kısım uyuşturucu madde ile bulunan failin işlediği suçun tespit ve tayini için failin maddeyi bulundurma amacı, maddeye erişilebilirlik durumu ile bulunan madde miktarı ve çeşidi birlikte yorumlanmalı; böylelikle fail lehine şüphenin varlığı durumunda hukukumuzda müspet en ağır yaptırım olan hapis cezasının önüne geçilmelidir. Zira gerçekleşmesine şüpheli gözüyle bakılan bir olaya dayanılarak kişinin hürriyetinden alıkonulması temel hak ve özgürlüklerin açık ve ağır ihlali niteliğindedir.

Av. Canan KİRAZKAYA

[1] http://www.narkotik.pol.tr/TUBIM/Documents/TURKIYE%20UYUSTURUCU%20RAPORU%202017.pdf

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir